
Çocukluk ve sınırlar
Çocukluğunun büyük bir kısmını anne ve babasının duygularının sorumluluğunu üstlenerek geçirmişti. Elinde mendili sürekli akan göz yaşlarını siliyor ve susuyordu.
Otuz beş yaş, yolun yarısındaydı işte.
Karşımda oturuyordu. Tüm yaşanmışlıklarının ağırlığı gözlerinden okunuyordu.
“Hocam”dedi. Bu arada hala alışamadım, hocam denmesine lakin kırmıyorum hastalarımı. Onlar hocam dedikçe ben “doktorum” olarak algılıyorum. Hocalık büyük bir mesel zira.
“Hocam, küçüklüğümden beri evin arabuluculusu olarak iş yaptım. Kah annemi kan babamı yatıştırdım. Hele en çok da, babamın aldattığı anacığımı. Anne derdim.Belki yanlış duymuşsundur. Babam seni üzecek bir şey yapmaz öyle değil mi? Ya da, şöyle derdim. “Anne babam kötü bir gün geçirdiği için sana bağırdı, yoksa seni kırmak istemezdi biliyorsun.”
Bakardı annem, yalan olsa da inanmaya çalışırdı. Günü kurtarırdık bizde. Yani hocam bazen annemin bazen de babamın kabaran tüylerini okşardım ki yatışsınlar da evde huzursuzluk olmasın.
Hastamın, ailesinin sorumluluklarına karşı geliştirdiği doğru olmayan bu tavrın ona getirdiği sonuçları ortadaydı. Başkalarına karşı aşırı sorumluluk duygusu hissetmek ve kendi ihtiyaçlarına duyarsız kalmak. Kendini görmemek. Kendini duymamak. Kendini ötelemek. Anladığım kadarıyla K.L’ nin başkalarının duygularına duyarlı bir dedektörü vardı. Fakat kendini gösteren dedektörü bozuktu. Ömrünce kendi haklı ihtiyaçlarını anlamıyordu. Bu anlayışı ifade edecek kelimeleri bilmiyordu zira. Öğrenmemişti. Çocuk olmuştu lakin adı çocuktu. Büyürken ailesine ebeveyn olmuştu. Anne babası çünkü büyümemişti ve evden kavga eksik olmazdı. K.L’ de her seferinde aracılık yapar, sorumlu hisseder, ağlar ama gizli gizli, büyümüş gibi davranır. Çünkü zaten sorun çıkaran iki çocuk varken bir de kendisi çocuk olamamıştı. Çocuk kalbi kırıktı. Öyle büyüdü. Sınırlarını koruyamadı. Kendini koruyamadı.
Çoçuklarda sınır gelişimin iki sonucundan biri vardır.
1) kendi ihtiyaçlarını sahiplenmek
2)onların sorumluluğunu üstlenmek.
İşte tam da hastamın öğrendiği bu ikinci sonuçtu.
Oysa yaşam ne ister ki bizden? Yaşam bizim ne zaman aç, ne zaman küskün, yalnız, başı dertte, bunalmış, kimsesiz veya biraz ara vermeye biraz mola vermeye ihtiyaç duyduğumuzu bilmemizi ister. Ve sonra da ihtiyacımızı karşılamak üzere inisiyatif almamızı ister. Çok mu şey ister. Tabi ki de hayır. Hayata hazırlıklı olmamızı bekler aslında.
Ve bunu nasıl öğreniriz bilir misiniz?
Sınırlar. Sınırlar bu görevde temel bir rol oynar.
Sınırlarımız kendimiz ve başkası arasında ruhsal ve duygusal bir mesafe oluşturur. Ve onlardan ayrı durmamızı, birey olmamızı sağlar. Bu da ihtiyaçlarımızın işitilmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırır. Öyle kimse kalkıp da senin mahrem alanına giremez der. Eğer biz büyürken Sınırlarımızı tam olarak anlamazsak kendi ihtiyaçlarımızı hep öteler ve her daim başkasını görürüz. Bu da giderek kendimize içsel bir öfke duymamıza sebep olabilir. Durup dururken saatli bomba misali patlarız.
Peki efendim nasıl yapalım bunu derseniz. Öğrenelim, dikkat edelim, fark edelim derim.
Şimdi karşımda oturan hastam, ne soru sorabilmişti ailesine ne de duyduğu öfke hakkında konuşabilmişti. Susturulmuştu. O da öğrenilmiş çaresizlik sonucu kabullenmişti durumunu.
Hayatı boyunca kendini önemsememeyi öğrenen hastam, evlendiği zaman da farklı davranamamıştı. Sadece sorun çıkmasın diye, eşi ona kızmasın diye uyumlu olmayı tercih etmiş ve içine atmıştı. Çünkü o değerli değildi. Hayatı kıymetsizdi. Çünkü onun anne babası böyle öğretmişti ona, o da kocasına bu mesajı çok güzel vermişti.
Benim sınırım yoktur, sadece sen üzülme, kızma ben her şeyi hal ederim.
Ve işte sonuç. Yaş 35. Yolun yarısı. Kendi değerini bilmeyen, tükenmiş, öfke dolu bir insan olarak doktor doktor geziyordu.
Ne mi yaptık?
Başladık hemen. Hem Akupunkur tedavisi hem de bireysel terapi ile. Gerekirse grup terapisine de onu katacağımı belirttim. Öfke kontrolü çalışmaya başladık. Uyku düzenine el attık, babasıyla hiç konuşamadığı konuları konuşması için desteklendi.
Seans sonunda kapıdan çıkarken daha bir umutluydu. Zira ilk defa kollarını açmış ve kendini sarmayı başarmıştı. Sırtını sıvazlamayı öğreniyordu. Kendine değer vermeyi de tabi ki.
Ümidiniz daim olsun efendim…
Yorgun ve yorulmuş bir hayat daha sınırlarımızı oluşturmanın ve korumanın çok önemli olduğunu çok geçte olsa anlıyoruz umarım hayata geçirebiliriz